"Ve insanda, şuur ve rızıkta zevk vasıtasıyla, ism-i Hakîmin cilvesi parlak bir surette görünüyor." cümlesini izah eder misiniz; "ism-i Hakîm"in burayla münasebeti nasıldır?
Değerli Kardeşimiz;
"Sâni-i Kadîr, ism-i Hakem ve Hakîmi ile bu âlem içinde binler muntazam âlemleri derc etmiştir. O âlemler içinde en ziyade kâinattaki hikmetlere medar ve mazhar olan insanı bir merkez, bir medar hükmünde yaratmış. Ve o kâinat dairesinin en mühim hikmetleri ve faydaları insana bakıyor. Ve insan dairesi içinde dahi, rızkı bir merkez hükmüne getirmiş; âlem-i insanîde ekser hikmetler, maslahatlar, o rızka bakar ve onunla tezahür eder. Ve insanda, şuur ve rızıkta zevk vasıtasıyla, ism-i Hakîmin cilvesi parlak bir surette görünüyor."(1)
Hakîm ismi kâinattaki bütün mahlûkata nihayetsiz hikmet ve menfaatler takmıştır. Yani hikmet ve menfaat kâinat içinde büyük bir dairedir, her şeyi kuşatıyor. Bu dairelerdeki bu hikmet ve menfaatlerin merkezine de insan konulmuş. Yani kâinat bir daire, hikmet ise bu dairenin içinde büyük bir daire, insan ise bu hikmet dairesinin merkezi ve medarı olan üçüncü büyük bir daire şeklindedir. Rızık ise insan dairesinin içinde en mühim dördüncü ve merkez bir dairedir.
Tabir yerinde ise Hakîm ismi, bütün mevcudatı hikmetler ve menfaatler ile donatarak, âdeta kâinatı insanın önüne serilen bir ilim ve hikmet sofrası şekline çevirmiş. İnsan bu geniş rızık sofrasının şuur ve zevki ile Allah’ın Hakim ismine intikal eder. Nasıl elmadaki lezzet nimete, nimet de Münime intikal ettiriyor ise, aynı şekilde rızık hikmete, hikmet de Hakîm ismine intikal ettiriyor demektir.
"Evet, nimet içinde in'am görünür; Rahman'ın iltifatı hissedilir. Nimetten in'ama geçsen, Mün'im'i bulursun. Hem her eser-i Samedânî, bir mektub gibi, bir Sâni'-i Zülcelâl'in esmâsını bildirir. Nakıştan manaya geçsen, esmâ yoluyla Müsemmayı bulursun...." (17. Söz)
İn’am; nimetin verilmesi, ikram ve ihsan edilmesi demektir. Bir nimeti bu manada değerlendiren insan, bu ikram ve ihsan manalarını ne ağaca, ne toprağa veremeyeceğinden o nimette Rahman olan Rabbinin iltifatını hisseder. Böylece nimetten in’ama geçer ve o nimetin hakiki sahibi ve yaratıcısı olan Mün’imi bulur.
Aynı şekilde, yeryüzüne serilen yahut gökyüzünü süsleyen ve her biri bir sanat mu’cizesi olan İlâhî eserleri tefekkür eden insan, onların taşıdığı derin manaları, sanat inceliklerini ne ölü elementlere, ne de şuursuz sebeplere vermeyip hepsini Allah’tan bilir; onları O’nun mahlûkları ve eserleri olarak değerlendirir. Böylece nakıştan manaya geçerek esma tecellilerini okur ve Müsemma’yı, yani o isimlere sahip olan Allah’ı bilir ve tanır.
O nakışlarda öncelikle güzellik ve süslendirme nazara çarpıyorsa, nakıştan manaya geçince Müzeyyin ismiyle Allah’ı bulur.
O nakışlarda kudret ve azamet hâkim görünüyorsa, Kâdir ve Azîm isimleriyle Allah’ı bulur.
Nakışlarda nuraniyet ve temizlik hâkim ise Münevvir ve Kuddüs isimleriyle Allah’ı bulur.
Üstad Hazretleri “nimet” mefhumunu, sadece midenin ihtiyaçlarına hasretmez. Mide doymak istediği gibi, akıl, kalp ve bütün duygular da tatmin olmak isterler. Bunların tüm ihtiyaçları “nimet”, onların verilmesi “in’am”, bunları ihsan eden ise “Mün’im”dir.
Bütün mesele, nimette boğulmayıp, in’ama geçebilmektedir. Aksi hâlde bu kıymetli nimetleri şuursuzca tüketmenin hesabı çok ağır olur.
Rızık insan âlemi içinde nimet kavramının en muşahhas olanıdır. Yani Allah’ın bütün isim ve sıfatları rızık cephesinde çok bariz ve berrak bir şekilde tezahür ediyor.
(1) bk. Lem'alar, Otuzuncu Lem'a Üçüncü Nükte.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü