"Zikreden adamın, feyz-i İlâhîyi celb eden muhtelif lâtifeleri vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tâbi değildir.. Binaenaleyh, gaflet ile yapılan zikirler dahi feyizden hâli değildir." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Zikir, Allah’ı hatırlamak demektir.
Namaz için abdest alırken, camiye doğru giderken, namaz kılarken ve duâ ederken hep Allah’ı hatırlamış oluruz. Öte yandan, günlük işlerimizi İslâm’ın esaslarına göre yapma hususunda hassasiyet gösterirken de yine zikir üzere bulunuruz. Yemeğe başlarken Bismillah demek, sonunda Allah’a hamdetmek, karşımıza çıkan bir haramdan yüz çevirmek, konuşurken dedikodudan uzak kalmaya dikkat etmek de ayrı birer zikirdirler. Kısacası, Allah’ı hatırlatan her şey zikirdir. Tefekkür de büyük bir zikirdir. Allah’ın mu’cize eserlerini tefekkür etmek, onlara İlâhî isimlerin tecellileri olarak nazar etmek de en azim ve en mühim bir zikirdir.
Bütün bunlar aklımızı kullanarak, irademizi hayra yönlendirerek yaptığımız zikirlerdir. Bunlar, “kalb ve aklın şuuruna bağlıdır.”
“Bir kısmı da şuursuz, yâni şuurlara tâbi değildir. مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُ husûle gelir.”
Bu konuda Yirmi Altıncı Mektub’tan bir nakil yapmamız kâfi gelecektir:
“Sûre-i İhlâsı Arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki, bendeki mânevî duyguların bir kısmı, birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mânâ tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi bir kısım, mânevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder."
"Ve hâkezâ, git gide, o tekrarda yalnız bir kısım letâif kalır ki, pek geç usanıyor; devam eder, daha mânâya ve tetkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi ona zarar vermiyor. ...”
İnsanda binlerce latife ve duygu var. Akıl, bunlardan sadece biridir. Bir zikirden yalnız akıl istifade etmez, diğer bütün duygular da istifade ederler. Ancak aklın istifade etmesi, diğer duyguların istifade etmesinden farklıdır. Akıl, istifade ettiğinin farkındadır.
Ayrıca diğer bazı duyguların istifadesinde de akıl haberdar olabildiği için onları da hissedebiliyoruz. Ancak diğer dugularımızın istifadesinden haberimiz olmuyor. Haberimizin olmaması, o duyguların, o zikirlerden feyiz almadığı mânasına gelmez.
Kur’ân’ın mânasını anlamasak bile kalbimize ve ruhumuza manevî gıda oluyor, sadece aklımız hisse almamış oluyor.
“Bütün cinn ve insin binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukûl ve kulûb ve ervahının herbirisine lâyık gıdaları veriyor, dağıtıyor.” (İşaratü’l İ’caz)
İnsanda birçok latife vardır, akıl bazı hakikatleri anlamazsa bile kalp ve ruh hissesiz kalmaz. Yemiş olduğumuz birçok meyvenin hangi vitamin deposu olduğu ve vücudumuza ne gibi faydalar sağladığı daha yakın bir zamanda ortaya çıktı. Birçoğunun ise faydasından habersiziz. Dünyaya yeni gelen bir çocuk da en gıdalı ve en latif olan sütün kendisine ne gibi faydalar sağladığından habersizdir, ama onunla beslenmekte ve gıdalanmaktadır. İnsanın mânasını anlamadan okuduğu Kur’ân ve diğer virdler de bunun gibidir.
Üstad'ın dediği gibi;
"Hem imân yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlimle gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis, ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder."
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü