"Bidâyet-i İslâmiyede kelimât-ı kudsiyenin verdiği feyiz ve nurun başka bir meziyeti var. Tazeliği haysiyetiyle başka bir letâfeti, bir tarâveti, bir lezzeti var ki, gaflet perdesi altında mürur-u zamanla gizlenir, azalır, perdelenir." izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Bir zaman, bir tek tesbihin, bir tek namazda, sahabelerin tarz-ı telâkkisine yakın bir surette bana inkişafı, bir ay kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü; sahabelerin yüksek kıymetini onunla anladım."
"Demek, bidâyet-i İslâmiyede kelimât-ı kudsiyenin verdiği feyiz ve nurun başka bir meziyeti var. Tazeliği haysiyetiyle başka bir letâfeti, bir tarâveti, bir lezzeti var ki, gaflet perdesi altında mürur-u zamanla gizlenir, azalır, perdelenir."
"Zât-ı Muhammediye (a.s.m.) ise, onları menba-ı hakikîsinden (Zât-ı Akdesten) turfanda, taze olarak, fevkalâde istidadıyla almış, emmiş, massetmiş. Bu sırra binaen, o zat, bir tek tesbihten, başkasının bir sene ibadeti kadar feyiz alabilir."(1)
Güneşe yaklaştıkça ısı ve ışığı ziyadeleşir, yakınındaki az bir tecelli, uzaktaki çok tecellilerinden daha parlak ve daha tesirlidir. Aynı şekilde, Şems-i Ezelî olan Allah’ın feyzine yakın olan birisinin, ondan aldığı az bir feyiz, uzakta olan birisinin çok feyzinden daha kıymetli ve daha tesirlidir. Allah’ın ezelî feyzine en yakın ve en kabil Peygamber Efendimiz (asm) olduğu için, onun bir tesbihten aldığı feyzi, başkaları bir sene ibadetten alamaz deniliyor.
Rabbü’l-âlemin isminde özetle ders verilen böyle birbirinden farklı ve mükemmel bütün terbiye fiillerinin kemali Allah Resulü’nün (a.s.m.) terbiyesinde kendini gösterir. Bunu bizzat kendileri bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade ederler:
“Rabbim beni en güzel şekilde terbiye etti, edeplendirdi.”
Allah Resulü’nün (asm), bir yönü de kendindeki bu en güzel terbiye modelini başkalarına da aksettirmeye çalışması, ayrıca bütün âlemlerdeki terbiye tecellilerine müminlerin dikkatlerini çekmesi, onları tefekküre, hayrete ve şükre davet etmesidir.
Fahr-i Âlem Efendimizin kalp ve ruhundaki bu terbiyenin ulviyetini ve derinliğini anlamaktan aciz olduğumuzu Üstadımızın şu cümlesi harika bir şekilde ortaya koymaktadır:
“O zâtın bir ayetten aldığı feyiz, bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir.”
“Nübüvvet, sıfât-ı rububiyete nâzır ve mazhar olduğundan, umumî bir câmiiyete mâliktir. Velâyet ise, hususî ve cüz’îdir. Aralarındaki nisbet رَبُّ الْعَالِمِينَ ile رَبِّى arasındaki nisbet gibidir ki, birisinde izafe umumîdir, ötekisinde hususidir. Veya Arz’dan arşa olan mi’râcla secdedeki mi’râc arasında veya arşla kalb arasındaki nispet gibidir.”
Habib-i Kibriya Efendimiz (asm.) ahir zaman peygamberi olarak çok hususi bir terbiyeden geçmiş ve kıyamete kadar gelecek bütün insanlık âleminin ve cinler taifesinin peygamberi olmuştur.
(1) bk. Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Dördüncü Nükte.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar