"Bütün meyveler ve içindeki tohumcuklar, hikmet-i Rabbâniyenin birer mucizesi, sanat-ı İlahiyenin birer harikası,.." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Bütün meyveler ve içindeki tohumcuklar, hikmet-i Rabbâniyenin birer mu’cizesi, san’at-ı İlâhiyenin birer harikası, rahmet-i İlâhiyenin birer hediyesi, vahdet-i İlâhiyenin birer burhan-ı maddisi, âhirette eltâf-ı İlâhiyenin birer müjdecisi, kudretinin ihatasına ve ilminin şümulüne birer şahid-i sadık oldukları gibi, şunlar, âlem-i kesretin aktârında ve şu ağaç gibi tekessür etmiş bir nevi âlemin etrafında vahdet âyineleridirler. Enzârı kesretten vahdete çeviriyorlar. Lisan-ı hâl ile herbirisi der: 'Dal budak salmış şu koca ağacın içinde dağılma, boğulma. Bütün o ağaç bizdedir. Onun kesreti, vahdetimizde dahildir.'"
"Hatta, her meyvenin kalbi hükmünde olan herbir çekirdek dahi, vahdetin birer maddi âyinesi oldukları gibi, zikr-i kalbiyy-i hafî ile, koca ağacın zikr-i cehrî suretiyle çektiği ve okuduğu bütün esmâyı zikreder, okur." (Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Mevkıf.)
"Bütün meyveler ve içindeki tohumcuklar, hikmet-i Rabbâniyenin birer mucizesi"
Gezegenlerden meyvelere ve tohumlara kadar Allah’ın yarattığı her şey mucizedir. Üstad Hazretleri mahlukat için mucizat-ı kudret ifadesini kullanır. Yani beşer onların mislini getirmekten acizdir. Burada kudret yerine hikmet denilmesi, çekirdeklerde ve tohumlarda onlardan çıkacak şeylerin bütün planlarının hikmetle yazılması cihetiyledir. Bu genetik şifrelerde kudretten çok ilim ve hikmet nazara çarpar.
Devamında "Sanat-ı İlahiyenin birer harikası" denilmesi de bu manadadır ve her birisinin akıllara hayret veren ilahi birer sanat eseri olduğunu ifade eder.
"Rahmet-i İlahiyenin birer hediyesi"
Sözler’de geçen “Nimetten in’ama geçsen Mün’imi bulursun.” vecizesi de bu manayı ders vermektedir. Yani, her bir meyve Allah’ın insanlara bir ihsanı, bir hediyesidir. Bu harika ve mucize hediyeyi insanı tanımayan ve bilmeyen ağaçların yaptığı iddia edilemez.
"Vahdet-i İlâhiyenin birer burhan-ı maddisi"
Her meyve Allah’ı birliğinin maddi bir delilidir. Yani, o meyveleri ancak kâinatı yaratan, o fabrikadan meyve ağacı yapan ve o ağaçtan da meyveleri ve çekirdeklerini süzen Allah yaratabilir.
"Ahirette eltâf-ı İlahiyenin birer müjdecisi"
Bu fani dünyada ve bu imtihan meydanında kullarına bu kadar lütuflarda bulunan Cenab-ı Hak, dünyadan ahirete iman ve marifet ile göçen sevgili kullarına çok daha büyük lütuflar, ihsanlar, ikramlar yapacaktır. Bu meyveler onlardan haber veren müjdecilerdir.
"Kudretinin ihatasına ve ilminin şümulüne birer şahid-i sadık oldukları"
Az önce de ifade ettiğimiz gibi o meyveler kâinat fabrikasında yapılmışlardır. Onları yapan zatın kudretinin bütün kâinatı ihata etmesi gerektiği gibi, ilminin de Güneş yapmayı, dünya yapmayı, hava ve su yapmayı, kısacası o meyve için gerekli her şeyi yapmayı bilmeye şümulü olması gerekir.
"Âlem-i kesretin aktârında ve şu ağaç gibi tekessür etmiş bir nevi âlemin etrafında vahdet aynalarıdır."
Kesret çokluk, vahdet birlik demektir. Bu âlemde nice çoklar bir araya gelerek vahdet teşkil ederler ve Halık ve Maliklerinin varlığını ve birliğini ilan ederler. Bir ağacın yüzlerce dalı olması kesrettir, onların el ele vererek bir tek ağaç haline gelmeleri ise vahdettir. O ağaç kimin eseri, kimin mülkü ise bütün dallar, yapraklar, çiçek ve meyveler de onundur.
Bir bedendeki yüz trilyon hücre kesreti ifade eder; onlar bir beden haline gelmekle vahdeti ilan ederler. Bir tek hücreyi yahut hücrelerden dokunmuş bir organı kim yapmış ise bedenin Halık’ı da odur. Aynı mâna daha geniş mânasıyla güneş sisteminde de kendini gösterir. Dokuz veya on iki gezegen kesrettir. Bunlar vahdete ererek bir tek sistem olduklarında şirketi reddederler ve bir tek gezegene sahip olamayan Güneş sisteminin tamamına sahip olamaz derler.
"Enzârı kesretten vahdete çeviriyorlar."
Nazarları yani insanların akıllarını, düşüncelerini kesretten vahdete çeviriyorlar. Bir önceki şıkta bunun bazı misalleri verilmişti.
"Lisan-ı hâl ile her birisi der: Dal budak salmış şu koca ağacın içinde dağılma, boğulma. Bütün o ağaç bizdedir. Onun kesreti, vahdetimizde dahildir."
Mesnevî-i Nuriye’de şöyle buyurulur:
“Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmalî yaparsan, vahdete takarrüb edersin. Aksini yaptığın takdirde, kesret fikrini dağıtır, evham seni havalandırır, enaniyetin kalınlaşır; gafletin kuvvet bulur,…”
Nefsî tefekkür, insanın kendi bedenini ve onda vazife yapan organlarını, keza kendi ruhunu ve ona takılı bütün hissiyatını hikmet nazarıyla düşünmesi demektir. İnsan bu konuyu tafsilatıyla inceleyebilir. Ama afakî tefekkürde yani dış âlemde bu tafsilata girme şansı yoktur. İnsan haricî âlemden havanın, suyun, Güneş’in, Ay’ın hikmetlerini bilse bile, semadaki sistemleri, yıldızlar âlemini aynı rahatlıkla tefekkür edemez. Yani insan kendi kolunun yaratılış gayesini rahatlıkla anlar, ama Samanyolunun hikmetlerini aynı ölçüde tefekkür edemez.
İnsan kâinatın meyvesi olduğundan tefekkürüne kendisinden başlayıp daha sonra haricî âlemi, gücü yettiğince, düşünme yoluna girer.
Soru cümlesinde de bu ders verilmiştir. Ağacın kesreti yani bütün dal ve budakları çekirdeğinde kader kalemiyle yazılmış, onda vahdete ermiştir. O çekirdek kimin sanatı ve kimin mülkü ise ondan çıkan ağaç da onundur.
"Zikr-i kalbiyy-i hafî ile koca ağacın zikr-i cehrî sûretiyle çektiği ve okuduğu bütün esmayı zikreder, okur."
Bir evin bütün bölmelerinin planında mevcut olması gibi ağacın tümünde tecelli eden esmâda, çekirdeğinde yazılıdır.
Hafî zikir gizli ve sessiz zikir; cehrî zikir ise sesli ve aşikâr zikir demektir. Üstad Hazretleri çekirdeğin o ince sanatla zikrini Nakşîlerin hafi zikrine, ağacın o ihtişamlı zikrini de Kadirîlerin cehrî zikrine benzetmiş oluyor...
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü