Evliya veya herhangi imanlı bir insan, kendinde zuhur eden keramâtı kendinden bilirse, evliya dahi olsa şirke mi düşmüş olur? Evliya olmayan bir insan, eşyayı uzaktan hareket ettiriyorsa ve bunu da kendinden değil de Allah'tan biliyorsa, istidrac olur mu?
Değerli Kardeşimiz;
Keramet; Cenab-ı Hakk’ı bütün sıfatlarıyla birlikte tanıyan, O’nun emir ve yasaklarına riayet eden, Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) sünnetlerine ittiba’ eden, nefsini ıslah eden, günahlardan sakınan ve manen terakki eden salih kullarda görünen harikulade hâdiselerdir.. Keramet Allah’ın fiilidir ve ikramıdır. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah'tan olduğunu bilir ve Allah'ın kendisine hâmi ve rakîb olduğunu unutmaz. Tevekkül ve yakîni de fazlalaşır.
Bu vasıflardan mahrum olan kimselerden görülen harikulade haller ise keramet değil, “istidrac”tır.
İstidrac; “Küfrü veya fasıklığı açıkça görülen kimsenin elinde, isteğine uygun olarak zuhur eden harikuladeliklerdir.” (Muvazzah İlm-i Kelâm, s. 176)
İstidrâc, Allah’ın razı olmadığı kişilerde görünür. Kişi bu hârikulade işleri kendinden bilir ve nefsine verir. Nitekim Nemrut, Firavun, Şeddad, Deccal gibi azılı kâfirlerde de fevkalade haller zuhur etmiştir, ama bunlar gafil ve münkir oldukları için onları nefislerine vermiş, küfür ve gafletlerini daha da ziyadeleştirmişlerdir. Karun’un kendisine ihsan edilen serveti için;
"Bu servet, ilmim sayesinde bana verilmiştir." (Kasas Suresi, 28/78)
demesi bir istidractır.
Keramet bir ikram ve ihsan iken, istidracise bir mekre, yani kâfirlere küfürlerinden dolayı bir İlahidir. Allah kâfirlerin küfrünü ziyadeleştirmek için istidrac suretinde kafirlere birtakım güçler ve fevkalade haller verir. Mesela, deccalın bir gözünde ispirtizma olup insanları tesiri altına alması bu kabildendir.
Üstad Hazretleri keramet ile istidracın farkını şöyle ifade etmektedir:
“Keramet ile istidrac mânen birbirine mübayindir. Zira keramet, mu’cize gibi Allah’ın fiilidir. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah’tan olduğunu bilir ve Allah’ın kendisine hâmi ve rakîb olduğunu da bilir. Tevekkül ü yakîni de fazlalaşır. Lâkin bazan Allah’ın izniyle kerametlerine şuuru olur, bazan olmaz. Evlâ ve eslemi de bu kısımdır.
İstidrac ise, gaflet içinde iken eşya-yı gaybiyenin inkişafından ve garib fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat bu istidrac sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad etmekle enâniyeti, gururu öyle fazlalaşır kiاِنَّمَااوُتِيتُهُعَلَىعِلْمٍ okumaya başlar. Lâkin o inkişaf, tasfiye-i nefs ve tenevvür-ü kalb neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidrac ile ehl-i keramet arasında tabaka-i ûlâda fark yoktur. Tam manasıyla fenaya mazhar olanlar ise, onlara da (Allah’ın izniyle) eşya-yı gaybiye inkişaf eder. Ve onlar da, o eşyayı fenâ fillâh olan havaslarıyla görürler.Bunun istidracdan farkı pek zâhirdir.Zira zâhire çıkan bâtınlarının nuraniyeti, mürâîlerin zulümatıyla iltibas olmaz.”(2)
Kur’an ve sünnet ışığında nefsini ıslah eden insanların istidracı keramete dönüşebilir. Keramet ile istidrac arasında gelip gitmeler mümkündür, dikkatli olmak gerekiyor.
Tam sağlam bir imana sahip olmayan ve ibadetlerini yerine getirmeyen kimselerin harika ikramlara mazhar olmalarından korkmaları iktiza eder. Zira bu bir mekir (tuzak/hile) olabilir. Her insanın mekri farklı olabilir. Âlimin mekri ilmi, zenginin mekri malı, idarecinin mekri harika saltanatı, babanın mekri evladı, gencin mekri de şehveti olabilir vs... Böyle mekirleri hayra ve keramete çevirmenin yolu iman ve salih ameldir. Yani Allah kimseye durup dururken mekr yapmaz. İnsanların kendi irade ve tercihlerinden dolayı bu mekr ve tuzak kurulur. Öyle ise kendi kendimize tuzak kuranlardan olmayalım.
Üstad Hazretleri bu mânaya şu şekilde işaret ediyor:
"Çünkü onlar kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler. Ve onların fenalıkta muvaffakiyetleri muvakkattir ve istidraçtır, bir mekr-i İlâhîdir."(2)
Evliyalar kerametlerini daima gizlemeye çalışmışlar. Hâl böyle iken, bir takım el çabukluğu ve göz boyamalar ile kendini harika bir insan gibi takdim eden insanların durumu vahimdir.
"... Diğer taraftan, istidracın sihirle de yakından alâkası vardır. İstidraç ehli, sihirle, yapılmayanı 'yapılmış' gösterir. Meselâ, cam yemediği veya şiş batırmadıkları halde, başkaları onun cam yediğini veya vücuduna şiş batırdığını zannederler. İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin de beyan ettiği gibi, şu âyet-i kerime istidrac ehlinin durumunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Onlar, kendilerinin bir şey üzere olduklarını sanırlar. Dikkat ediniz, onlar yalancıdırlar. Onları şeytan istilâ etmiş, Allah’ı zikretmeyi dahi onlara unutturmuştur. Bunlar şeytan fırkasıdır.”(Mücadele Suresi, 58/18 ve 19)
"Netice olarak söylemek gerekirse, Allah’a itaat etmeyen, O’nun yasak kıldığı şeyleri isteyen kimselerden cam yemek, vücutlarına şiş sokmak gibi görülen harika haller keramet değil, istidraçtır. Hattâ İmam-ı Rabbanî Hazretleri, Allah’a iman etse ve Onun emirlerini yerine getirse dahi, bu hallerini başkalarına gösteriş için ve şöhret kazanmak gayesiyle göstermeyi de istidraç olarak değerlendirmektedir."
"Çünkü hakiki bir velî, gösteriş için değil, ihtiyaç ânında Allah’ın kendisine bir ikramı olarak keramet izhar eder. Bundan dolayı, halkı aldatmak, birtakım menfaatler temin etmek ve yalancı bir şöhret elde etmek maksadıyla herkesin yapamadığı bazı hareketlerde bulunan sefih insanlara kıymet vermemek gerektir. Bu hallerini de evliyanın kerametiyle iltibas etmemek lâzımdır."(3)
Dipnotlar:
(1) Mesnevi-i Nuriye
(2) bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule
(3) bk. Sorularla İslamiyet sitemizden alınmıştır.Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü