"Her bir mabed bir muallim olmuş, tab’ıyla tabâyie ders verir..." Böyle bir dersi mabedlerden ne kadar insan alabilir ki?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Her bir mabed bir muallim olmuş, tab’ıyla tabâyie ders verir. Her maalim dahi birer üstad olmuştur; onun lisan-ı hali eder telkin-i dinî; hatasız, hem binisyan."

"Her bir şeâir bir hoca-i dânâdır; ruh-u İslamı daim enzâra ders veriyor. Mürur-u a’sâr ile sebeb-i istimrar-ı zaman." (Sözler, Lemeat, Kur’ân, kendi kendini himaye edip hâkimiyetini idame ede.)

Bu dersten maksat, dinî ıstılahların hülasa bir manasını ihtar ve ikaz ettiğini hatırlatmaktır. Yoksa "her bir mabede bakan yüksek derecede alim olur" denilmiyor. İslam dini, Müslümanların hayatına öyle bir yerleşmiş ki, her yere ve her şeye özünü ve izini nakşetmiş.

İslam dini, mimariden iktisadiyata, aile hayatından askeriyeye kadar her sahaya öyle nüfuz etmiştir ki, din düşmanlarının İslam’ı yok edebilmeleri için bütün bu izleri silip yok etmeleri gerekiyor. Tabiri yerinde ise, Müslümanlarla İslam dini et ile tırnak gibi olmuş.

"Her bir şeâir bir hoca-i dânâdır; ruh-u İslamı daim enzâra ders veriyor." cümlesi ise, şeair dediğimiz dini alametlerimizin ümmeti nasıl diri ve uyanık tuttuğunu ifade etmektedir.

Bilhassa tevhid, tesbih, tekbir, tahmid gibi dört ana mefhumu mezar taşlarından tutun tâ camilere, medreselere, çeşmelere hanlara varana kadar her şey ders verip hatırlatıyor. Hayret ettiğimizde süphanallah, ürperip koktuğumuz da Allahü ekber, sevinip şükrettiğimizde elhamdülillah deriz. Yani İslam’ın esasını teşkil eden bu gibi mefhumlar, hayatımızın her sahasına nakşolmuştur.

"Ben İslam’ın bazı mefhumlarını anlamıyorum, o halde dilimize tercüme edilsin." demek suiniyetten başka bir şey değildir. “Şeâir-i İslamiye” denilen, iman ve Müslümanlık alâmeti olan çok mühim âdetler vardır ki, bunları değiştirmek bid’attır.

Mesela; minarelerden yükselen lahuti bir sada ile müminlerin kalplerini sürur ile dolduran ezanı, aslı olan Arapça yerine, çeşitli dillere tercüme ederek okumak İslam’ın en büyük alametini tahriptir, bid’attır.

Üstad Hazretleri şöyle buyurur:

“Şeairin taabbüdî kısmı; hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti tereccüh ediyor, ona ilişilmez. Yüz bin maslahat gelse onu tağyir edemez. Öyle de: 'Şeairin faidesi, yalnız malûm mesalihtir.' denilmez ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar ise, çok hikmetlerinden bir faidesi olabilir. Mesela biri dese: 'Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır; şu halde bir tüfek atmak kâfidir.' Hâlbuki o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattır. Tüfek sesi, o maslahatı verse; acaba nev’-i beşer namına yahut o şehir ahalisi namına, hilkat-ı kâinatın netice-i uzması ve nev’-i beşerin netice-i hilkatı olan ilân-ı tevhid ve Rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?” (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Birinci Kısım.)

Aynı şekilde; emniyet, huzur, selamet, sulh, rahatlık ve kurtuluş gibi manalara gelen “Selamü Aleyküm” kelamının yerine; “Günaydın”, “Tünaydın”, “Merhaba” gibi tabirler kullanmak bid’attır. Dinimizde selamlaşma çok ehemmiyetlidir.

"Merkez-i İslamiyet olan bu vatan" için “Dâr-ı harp” diyenlere de Üstad Hazretleri şu harika cevabı verir:

"Diyar-ı İslam'da ise, muhit, o kelimat-ı mukaddesenin meâl-i icmâlîsini ehl-i İslama lisan-ı hal ile ders veriyor. An’ane-i İslamiye ve İslami tarih ve umum şeâir-i İslamiye ve umum erkân-ı İslâmiyete ait muhaverât-ı ehl-i İslam, o kelimat-ı mukaddesenin mücmel meallerini, mütemadiyen ehl-i imana telkin ediyorlar."

"Hatta şu memleketin maabid ve medâris-i diniyesinden başka, makberistanın mezar taşları dahi birer telkin edici, birer muallim hükmündedir ki, o maani-i mukaddeseyi ehl-i imana ihtar ediyorlar." (bk. age., Yedinci Kısım.)

İslam diyarı olan memleketimizdeki ezan gibi birçok şeair, mezar taşları ve mabedler de İslam dinini, aklını kaybetmemişlere ilan etmektedirler.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...