"Madem Güneş gibi âciz ve musahhar mahluklar ve ruhanî gibi maddeyle mukayyed nim-nurani masnular ve şu çınar ağacının manevi nuru, ruhu hükmünde olan ukde-i hayatı ve merkez-i tasarrufu olan emrî kanunlar..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

“Madem güneş gibi âciz ve musahhar mahluklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyed nim-nurani masnular ve şu çınar ağacının manevi nuru, ruhu hükmünde olan ukde-i hayatiyesi ve merkez-i tasarrufu olan emrî kanunlar ve iradevî cilveler, nuraniyet sırrıyla bir yerde iken ve bir tek müşahhas cüz’î oldukları halde, pek çok yerlerde ve pek çok işlerde bilmüşahede bulunabilirler. Ve madde ile mukayyed bir cüz’î oldukları halde, mutlak bir külli hükmünü alırlar. Ve bir anda bir cüz-i ihtiyarî ile pek çok muhtelif işleri bilmüşahede kesbederler. Sen de görüyorsun ve inkâr edemezsin."

"Acaba maddeden mücerred ve mualla hem kaydın tahdidinden ve kesafetin zulmetinden münezzeh ve müberra hem şu umum envar ve şu bütün nuraniyat onun envar-ı kudsiye-i esmaiyesinin kesif bir gölgesi ve zılali hem umum vücud ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i berzah ve âlem-i misal nim-şeffaf birer âyine-i cemâli hem sıfâtı muhita ve şuunatı külliye olan bir tek Zat-ı Akdes’in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhit ile zahir olan tecelli-i sıfatı ve cilve-i ef’ali içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi şey saklanabilir? Hangi iş ona ağır gelebilir? Hangi yer ondan gizlenebilir? Hangi fert ondan uzak kalabilir? Hangi şahıs külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir? Hiç eşya ondan gizlenebilir mi? Hiçbir iş, bir işe mani olur mu? Hiçbir yer, onun huzurundan hâlî kalır mı?" (Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Mevkıf.)

Güneş musahhar bir mahluktur; Allah’ın teshiriyle yani vazifelendirmesiyle ve onun irade ve kudretiyle iş görebilir. Bir anda sayılamayacak kadar çok iş görmesi, yine hadsiz eşyaya birlikte ışık vermesi, sonsuz aynalarda beraber tecelli etmesi elbette Allah’ın izniyle ve teshiriyledir. Ruhanilerin mesela, meleklerin bir anda çok işleri birlikte yapmaları da yine Allah’ın ihsanıyla ve yardımıyladır.

Keza, çınar ağacının ruhu hükmünde olan ukde-i hayatiyesinin binlerce yaprağının yanında bir anda bulunması ve onlarda iş görmesi de Allah’ın irade ve kudretiyledir.

Böyle nice varlıklarına bir anda çok işler yapma gücünü ve kabiliyetini veren Allah, elbette hadsiz işleri birlikte ve sonsuz bir kolaylıkla yapar.

“Ruhaniî gibi maddeyle mukayyed nim-nuranî masnular” ifadesi üzerinde de kısaca duralım:

Madde denince öncelikle taş, toprak gibi katı maddeler hatırımıza gelir. Ve ruhanilerin bu gibi maddelerden yaratılmalarına pek akıl erdiremeyiz. Hâlbuki Üstad Hazretleri madde-i nur ifadesini kullanır ve şöyle buyurur:

"Madde-i nurdan, hattâ zulmetten, hatta esir maddesinden, hatta manalardan, hatta havadan, hatta kelimelerden zihayat, zişuuru kesretle halkeder ki; hayvanatın pekçok muhtelif ecnasları gibi pekçok muhtelif ruhani mahlukları, o seyyalat-ı latife maddelerinden halkeder. Onların bir kısmı melaike, bir kısmı da ruhani ve cin ecnaslarıdır." (bk. age., Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Maksat.)

Melekler için cism-i latif tabiri kullanılıyor.

İnsan ruhu bedenle kayıtlıdır. Altıncı Söz’de “Göz bir hassedir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.” buyurulur.

“Madde-i nurdan” yaratılmış bulunan meleklerin madde ile kayıtlı olmalarını da benzer şekilde yorumlayabiliriz. Bir yağmur tanesine müekkel meleğin mahiyeti bu vazife ile kayıtlıdır.

"Maddeden mücerred ve mualla hem kaydın tahdidinden ve kesafetin zulmetinden münezzeh ve müberra..."

Bir ismi Nur ve bütün isimleri ve sıfatları nuranî olan Allah, elbette maddeden mücerrettir, münezzehtir. Zaten fizikçilerin dediği gibi “Madde, enerjinin kesifleşmiş şeklidir.” Bundandır ki maddenin esası olan atom parçalandığında enerji ortaya çıkar ve madde aslına rücu etmiş olur.

Mesnevî-i Nuriye’de insan hakkında harika tesbitler yapılır. Bunlardan birisinde de insan için “İnsan ... İncimad etmiş bir kudret-i basîre.” ifadesi kullanılır. Sanki insanın yaratılmasında o nurani kudretin bir cilvesi camidleşmiş, maddileşmiş, göze görünür hale gelmiş de insan ortaya çıkmıştır.

Nur Külliyatı’nda vücudun yani varlığın nur, ademin yani yokluğun ise zulmet olduğu, keza imanın nur küfrün zulmet olduğu ders verilir. İman ile nurlanan bir kalp küfür zulmetinden kurtulur ve nice hakikatleri bilmeye, idrak etmeye başlar.

Umum envar, yani varlık nuruna kavuşmuş bütün mahlukat ve nurani varlıklar olan bütün melekler Allah’ın mukaddes isimlerinin nurları yanında katı birer gölge gibi zayıf kalırlar.

Esma-i ilahiyenin hepsi nurludur, her biriyle bir karanlık izale olur ve bir nur parlar. Halık ismiyle varlığa kavuşan mahlukat, Muhyi ismiyle hayat sahibi olur, Şafi ismiyle hastalıktan kurtulup şifa bulur, Hadi ismiyle küfür ve dalaletten halas olarak imana kavuşurlar.. Ve hakeza…

"Sıfatı muhita ve şuunatı külliye olan bir tek Zat-ı Akdes’in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhit ile zahir olan tecelli-i sıfatı ve cilve-i ef’ali:"

Önce cümlede geçen şu temel ıstılahların manaları üzerinde kısa bir açıklama yapalım:

Sıfatı muhita: Allah’ın sıfatları muhittir, yani her şeyi ihata etmiş, bütün mahlukatı kuşatmıştır. O sıfatların tecelli dairesi haricinde bir şeyin bulunması tasavvur edilemez.

Şuunatı külliye: Rububiyet, hallakiyet, hâkimiyet, … gibi şuunat, ilahi sıfatları tecelliye sevk ederler. Bunların hepsi küllidir. Mesela, merhamet üzerinde konuşacak olursak, Allah’ın merhametinin külli olması bütün muhtaçlara aynı anda birlikte rahmet etmesi demektir.

İrade-i külliye: Allah’ın kudret sıfatı gibi irade sıfatının da her şeyi birlikte ihata etmesi ve dilemesi demektir.

Kudret-i mutlaka: Mutlak, kayıt altına alınamayan demektir. İlahi kudretle bir iş icra edilirken bir başka kudret onu kayıtlayamaz ve icraatına engel olamaz.

İlm-i muhit: Her şeyi ihata eden, kaplayan, bütününü birden bilen demektir.

İşte böyle, bütün sıfatları mutlak, muhit ve bütün icraatları külli olan Cenab-ı Hak vahidiyet cihetiyle bütün varlıklarda külli tasarruf etmesi yanında, teveccüh-ü ehadiyet cihetiyle de her bir mahlukuna, tabiri caizse, özel olarak teveccüh etmekte, onun ihtiyacını görmekte ve layık olduğu bir kemal noktaya rahmetiyle sevk etmektedir.

"Hangi şahıs külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir?"

"Ona yanaşmak" ifadesi İlahî kurbiyete nail olmak demektir. Allah her şeye her şeyden daha yakın olduğuna göre, yakınlaşmaktan murat Allah’ın razı olduğu bir kul olma vadisinde mesafe katetmektir.

Külliyet kesbetmek, dünyanın cüzi işlerinde boğulmayıp kalbini, aklını ve bütün latifelerini inkişaf ettirmek demektir.

Üstadımızın “Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” (Hutbe-i Şamiye.) ifadesi, insandaki himmetin külliyet kesbetmesi demektir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...