" ‘Meleke-i mârifet-i hukuk’ dedikleri her fenalığın maddeten zararını ihsas ede ede ve efkâr-ı umumiyeyi ikaz etmekle hâsıl olan ‘meleke-i riayet-i hukuk’ dedikleri emri, şeriat-ı İlâhiyeye bedel..." Devam eden cümleyi açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
" 'Meleke-i marifet-i hukuk' dedikleri, her fenalığın maddeten zararını ihsas ede ede ve efkâr-ı umumiyeyi ikaz etmekle hasıl olan 'meleke-i riayet-i hukuk' dedikleri emri, şeriat-ı İlahiyeye bedel olarak dinsizlerin tasavvuru ve şeriattan istiğnaları bir tevehhüm-ü bâtıldır.”
Meleke-i mârifet-i hukuk: İnsanların neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tecrübe, deneyimler ve fennin inkişafı ile tespit etmesidir. Yani, "İnsanlar bu meleke sayesinde hakkı ve güzeli bulabilirler; öyle ise peygambere ne ihtiyaç vardır?" denilerek, -haşa- peygamberlerin gereksiz olduğunu ima eden felsefi bir tabirdir.
Meleke-i riayet-i hukuk: Tecrübe ve deneyimler ile sabit olan hukuk sisteminin tatbik ve teşvik edilmesini temin etmektir. Bu da otoriter bir devlet ve hukuk düzeni ile mümkündür. Şayet bir hukukunuz ve bunu tatbik edecek bir de sisteminiz varsa, şeriata ve dine ihtiyaç kalmaz, deniliyor.
Bu anlayışta olanların temel tezi; insanlık kendi birikim ve tecrübeleri ile doğruyu ve hakkı bulabilir, dolayısı ile insanlığın doğruyu ve hakkı bulması için bir peygambere ve onun rehberliğine ihtiyaçları yoktur. Yani insanlık fena ve kötü bir şeyi deneye deneye de kavrayıp öğrenebilir, bunu anlamak için bir nebiye ihtiyaç yok diyorlar.
Oysa insanlığın ortak aklı, ortak tecrübesi ve deneme yanılma metodu ile hasıl olan medeniyet ve hukuk anlayışı İlahi şeriatı ve onun uygulayıcısı olan peygamberlik kurumunun insanlık için gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Hatta uyguladıkları hukuk sistemlerinin bütün zamanlara hitab edemediği gerçeği, değişmez bir cilt hükmünde olan İlahi şeriatın lüzumunu ispat eder.
“Zira dünya ihtiyarlandı. Öyle bir şeyin mukaddematı da zahir olmadı. Bilakis mehasinin terakkisiyle beraber mesavi dahi terakki edip daha dehşetli ve aldatıcı bir şekle giriyor.”
Dünya ve insanlık yaşlandığı halde en büyük sorunların meşru olup olmadığı halen tespit edilmiş değildir. Hatta insanlık terakki ettikçe şer ve kötülükler daha da gelişiyor ve bunları önleme konusunda insanlık yeterli bir çözüm üretemiyor.
Yeryüzündeki sosyal adaletsizlik yüzünden bugün milyonlarca insan açlık, susuzluk, sefalet içinde yaşamaktadır. Bunun yanında uyuşturucu, faiz, tecavüz, cinayet, kumar, içki vesaire gibi günahlar hakkında insanlık ciddi bir önlem ve çözüm sunamamakta ve insanların büyük bir kısmının hayatı bu kötü illetler yüzünden heba olmaktadır.
Şayet yukarıdaki tez geçerli olmuş olsa idi, yani insanlık kendi birikim ve tecrübeleri ile doğruyu ve hakkı bulabilmiş olsalardı, bugün insanlık her açıdan mükemmel bir seviyede olurdu, hiçbir sıkıntı ve aksaklık olmazdı. Oysa durum tam aksine insanlık hiç bu kadar kötülüklere maruz kalmamıştı.
“Evet, nasılki nevamis-i hikmet, desatir-i hükûmetten müstağni değildir. Öyle de vicdana hâkim olan kavanin-i şeriat ve fazilete eşedd-i ihtiyaç ile muhtaçtır. İşte şöyle mevhume olan meleke-i ta'dil-i ahlâk, kuva-yı selâseyi hikmet ve iffet ve şecaatta muhafaza etmesine kâfi değildir. Binaenaleyh insan bizzarure vicdan ve tabiatlara müessir ve nafiz olan mizan-ı adalet-i İlahiyeyi tutacak bir Nebi'ye muhtaçtır.”(1)
İnsanlığın ortak aklı ile oluşan fen ve hikmet asla ve kata İlahi nasihatten müstağni değildir ve asla da olamaz. Bu yüzden fen ilimleri ile peygamberlerin buyrukları bir denge ve ahenk içinde beraberce yürümeli ve insanlığı her cihetle mutluluğa ve huzura yönlendirmelidir. Fen ile din birbirinin rakibi, hasmı ve düşmanı değil, aksine fen ilimleri dinin hizmetkârı ve yardımcısıdır.
Fen ilimleri insanın bedenine ve cesedine hükmederken, ona yararlı olmaya çalışırken din de insanın ruhuna, kalbine ve vicdanına nüfuz eder. İnsanın ruhuna ve vicdanına hitap edemeyen fen ilimleri insanı ahlaklı yapamaz ve ahlaka yönlendiremez. Bu yüzden "Din gereksiz, insanlık kendi kendine doğruyu ve güzeli bulabilir." demek tam safsatadır ve hayatta da bir karşılığı yoktur.
İnsanlığın ortak aklı maddi terakki için gerekli iken din ve peygamberler ise insanlığın manevi hayatı için gereklidir. Dolayısı ile fen ve din rakip değil maddi ve manevi terakki açısından kardeştirler.
Polisiye tedbirler ile bir insanı kötülüklerden alıkoymak sınırlı ve yetersizdir, ama ruha ve vicdana nüfuz eden din insanı kötülüklerden tam anlamı ile alıkoyabilir. Hem vicdanı harekete getirmek hem de ebedi yurt olan ahirette verilecek ebedi ceza hissi, insanı kötülüklerden koruma noktasında daha tesirlidir. Bu yüzden din ve nebi manasına insanlık her daim muhtaçtır.
(1) bk. Muhakemat, Üçüncü Makale (Unsuru'l-Akide), İkinci Maksat.
İlgili ders videosu için tıklayınız:
- Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (45. Bölüm).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Allah razı olsun çok teşekkür ederim
"İşte şöyle mevhume olan meleke-i ta'dil-i ahlâk, kuva-yı selâseyi hikmet ve iffet ve şecaatta muhafaza etmesine kâfi değildir."
Açıklar mısınız?
"Her ehl-i dünya veya dinsiz; hırsız, tacizci, katil olmuyor. Onlardan da iyi bir kul olmamalarına rağmen iyi bir insan olabiliyor. Hayatlarında din olmayanların, vicdanlarındaki bu iyiye yönlenme ve başkasının hakkına tecavüz etmeme nereden geliyor. Sizin dedikleriniz doğru olsaydı, bu insanlardan iyi insanlar çıkmazdı" diyenlere ne denir?
Din insanların içine, adetlerine, örflerine kültürüne öyle bir sirayet etmiş ki bir dinsiz bile dinin bu sireyetinden irsiyet alabiliyor. Geçenlerde ateistim diyen bir profesör gayr-ı ihtiyarı bir şekilde Allah aşkına Allah korusun gibi laflar ediyor. Bu da dinin insanlık ahlakında gizli açık ne kadar etkili olduğunun bir ispatı niteliğindedir. Elbette ahlakın ve iyi olmanın yüzde yüz nedeni dindir diyemeyiz fıtrat ve vicdanda bunda etkilidir ama İslam zaten fıtrat ve vicdan dinidir.
Diğer bir konu Allah ve ahiret ile bağlantılı olmayan iyilik ve ahlak köksüz ve temelsiz kalıyor etkisi dünya ve faydacılık ile sınırlıdır. Ne kadar etik olsa da mutlaka altında ya bir dışlanma korkusu ya fayda kaybı, ya da kısa ve kuru bir hissiyat galeyanı var özü ve esası güdük ve sınırlıdır.