"Rüsuhiyet" ve "Vukufiyet" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Vukufiyet, bir şeyi bilmek ve öğrenmek demektir. İlimde rüsuhiyet ise öğrenilmiş bilgiyi, meleke haline getirip, o bilgide derinleşmek, ince derunî sırlara ve ayrıntılara inebilmektir.
Rüsuh peyda edilen ilim, ruha ve kalbe yazılması gibi hiçbir zaman unutulmaz. Amelde rüsuh ise meleke ve meharet sahibi olmaktır. Bu o amelde sebat ve devamlılıkla sürat ve kolaylık kazanmaktır.
"...rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz."(1)
Rüsuhiyetin diğer bir manası sağlamlıktır. Bir şeyin, kökleşmesi ve sarsılmaz ve değişmez hale gelmesidir.
"...Fakat Kur'anın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve râsihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor."(2)
Vukufiyet, bir kişinin zamanını çok almayabilir. Birkaç ayda bir meseleye vâkıf olabilir. Ama bazen bir meselede rüsuh peyda etmek için bir ömür gerekebilir. Bazen de bir ömür bile verilse nasip olmaz. Rüsuhiyet, onun için kısmen vehbidir, Allah'ın bir ihsanıdır. Vukufiyet ise daha çok kesbidir. İnsanın çabasına bağlıdır.
Vukufiyet bir mesele hakkında söylenmiş görüşleri yani kîl u kalleri bilmektir. Rüsuhiyet ise bir meselede veya ilimde ihtisas sahibi olmaktır. Bildiği görüşler üzerinden yeni görüşlere ulaşabilmektir. Onun için vukufiyet bilgidir, rüsuhiyet ise bir fikirdir. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz.
Vukufiyette dereceler vardır. Vukufiyetin bir derecesi / manası da bir şeyden haberdar olmaktır. Bu manayı şu pasajlardan anlayabiliriz.
"Buna vâkıf olan hasımları, 'Molla Said, namazı terketmiştir.' diyerek, ahali arasında işaada bulundular."(3)
Vukufiyet ve rüsuhiyet, ilimlerde olabileceği gibi, siyasette, bilimde, sanatta, zanaatta, sporda daha birçok sahada olabilir. Hatta istidat ve kabiliyetlerin inkişafında bile vardır.
Biz ilimdeki vukufiyet ve rüsuhiyet üzerinde durmak istiyoruz. Burada konunun daha iyi anlaşılması için yatay ve dikey gibi bir teşbih kullanabiliriz. Yatay, bir konunun / meselenin geçtiği yerleri ve üzerine söylenen sözleri sıralayabilmek ve zahiri bilebilmektir.
Dikey ise, bir konunun / meselenin bağlantılarını, inceliklerini, derinliğini, tevilini, farklı yorumunu ve görüşlerini bilmektir. Zahiri, batını, işari mana tabakaları bilip yorumlamaktır.
Vukufiyetin ilk mertebesi yatay manaları bilmektir. Vukufiyetin ileri dereceleri ise; yatay manalardan daha derin olan dikey manalara ulaşmaktır. Bazen bu vukufiyete rüsuhiyet de denir.
"İlim bir nevi nur olduğuna göre, Risale-i Nur'un ilme olan en derin vukufunu ..."(4)
Vukufiyete yatay, rüsuhiyete ise dikey diyebiliriz. Ama rüsuhiyete ulaşmak için vukufiyet gerekir. Tevakkuf olmadan vukuf; vukuf olmadan rüsuh olmaz. İlim mevkiflerden aşama ve duraklardan oluşur. Onun için rüsuhta ve vukufta dereceler vardır. Ancak ileri dereceleri ile meseleler vuzuha kavuşur.
"... Fen dedikleri hikmet-i cedide, bu sırra vâkıf olmuş ise de vuzuhuyla vâkıf olamamıştır..."(5)
Yatay manaları bilmeden, dikey manaları bilmek veya bu manalara girişmek ise tehlikelidir. İlk önce temel ve zahiri manaları hazm edip sonra derin olan batını, işari manalara geçilir.
Zerkeşi bir sözünde "Zahiri iyi bilinmeden, batına ulaşılmaz. Ulaştığını söyleyen, kapıyı geçmeden evin ortasına ulaştığını iddia edene benzer" der.
Dikey manaları bilmeden sadece yatay manaları bilmek ise bir derece sathidir. Bu sathilik rüsuhiyete göre sathidir. Yoksa bu, alt bir derecede değildir. Rüsuhiyet; mütebahhir, muhakkik, âmik, müdakkik ve gavvas olmaktır. Her şeyin membaını ve hakikatini bilmektir.
Öyle ise her şeye zahire göre hükmetmemek gerektir.
"Muhakkikin şe'ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a'makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, her şeyin menbaını bulmaktır."(6)
Üstad'ın hayatına baktığımızda Eski Said vukufiyetiyle daha çok ön plandaydı. Seksenden ziyade kitabı ezberlemesiyle, meseleleri birçok âlimin görüşleriyle tahlil edebiliyordu.
"Bedîüzzaman'ın çok genç yaşındaki bu vukufiyeti..."(7)
"...müsbet ilimlerdeki derin vukufu da bütün dünyaya yayılıyordu."(8)
Ama yeni Said, rüsuhiyetiyle farklı yorumlara, manalara ve tevillere ulaşmıştır. Rüsuhiyetin bu derecesi ile meselenin yeni tevillerine ulaşmıştır. Al-i İmran suresinin 7. ayetinin tefsirinde birçok âlim, tevili ancak rüsuh peyda eden âlimlerin yapacağını söylemişlerdir. Müteşabih ayetleri ancak rüsuhiyet sahibi olan âlimler bilebilir.
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ى قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَاْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَاْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُاِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
"...Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: 'Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır.' derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar." (Al-i İmran, 3/7)
"Âhir zamanda vukua gelecek hâdisata dair hadîslerin bir kısmı müteşabihat-ı Kur'aniye gibi derin manaları var. Muhkemat gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde tevil ederler."
" وَمَا يَعْلَمُ تَاْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُ وَ الرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ sırrıyla, vukuundan sonra tevilleri anlaşılır ve murad ne olduğu bilinir ki, ilimde râsih olanlar اٰمَنَّا بِه۪ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا deyip o gizli hakikatları izhar ederler."(9)
Dipnotlar:
(1) bk. İşarat-ül İ'caz, Bakara Suresi 23-24. Ayetlerin Tefsiri.
(2) bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule.
(3) bk. Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı.
(4) bk. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Risale-i Nur'dan Parlak Fıkralar ve ...
(5) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
(6) bk. Muhakemat, Birinci Makale (Unsuru'l-Hakikat), Beşinci Mukaddime.
(7) bk. Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı (Haşiye).
(8) bk. age. Risale-i Nur ve Hariç Memleketler.
(9) bk. Şualar, Beşinci Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü