"Ve her şeye karşı, hissederek veya etmeyerek, teessürü, elemleri vardır." deniyor. İnsanın bu vecizede bahsedilen hissetmediği teessürlerine misal verir misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Evet, herkesin bütün saadetleri, bir Rabb-i Rahîme olan teslimiyete bağlıdır. Aksi takdirde pek çok rablere muhtaç olur. Çünkü insan, câmiiyeti itibarıyla bütün eşyaya ihtiyacı ve alâkası vardır. Ve her şeye karşı, hissederek veya etmeyerek, teessürü, elemleri vardır. Bu ise tam cehennem gibi bir hâlettir. Fakat erbab tevehhüm edilen esbab yed-i kudretine bir perde olan Rabb-i Vâhide teslimiyet, firdevsî bir vaziyettir."(1)

İnsan her şeyden mutlu olabileceği gibi, her şeyden elem ve acı da duyacak bir mahiyete sahiptir. Mesela insan mehtaplı bir gecede yıldızları seyretmekten nasıl bir haz duyuyor ise, itikadsızlığı yüzünden bir yıldızın dünyamıza çarpma ihtimalinden dolayı da ayrıca bir elem çeker ve azap duyar. Demek insandan çok uzak olan yıldızlar bile insana mutluluk ve elem verebiliyor.

İnsan, havanın soğumasından, çiçeklerin solmasına kadar çok şeyden üzüntü duyduğu gibi, anne ve babasından arkadaşlarına, komşularına kadar herkesin derdi ve sıkıntısı, hatta dünyada meydana gelen her türlü üzücü hâdise onun ruhuna elem çektirmektedir. Bütün bu üzücü hâdiseleri ortadan kaldırmaya da gücü yetmediğinden, Allah’ın hikmet ve rahmetini düşünüp O’na teslim olmadığı takdirde devamlı elem çeker. Üstadımızın beyan ettiği gibi, “Bu ise tam cehennem gibi bir halettir.”

“Fakat erbab tevehhüm edilen esbab yed-i kudretine bir perde olan Rabb-ı Vâhid’e teslimiyet, firdevsî bir vaziyettir.”

Bazen insan sebepsiz yere elem duyar, manevî bir kasvet içine düşer ve bunun sebebini anlamakta zorlanır. Ortada bir sebep yokken elem duyar. Demek insanın şuuru dışında elem ve saadete vesile olan cihazları ve hissiyatları var.

"Hissederek" ifadesini şuur şeklinde anlamak gerekir. Yani insan canını sıkan bazı şeylerin sebebini bilir, bazısının sebebini bilemez. Bu noktadan her şey insanı ta’ciz edebilecek potansiyel bir düşmandır. Lakin insan her hâdiseye iman nazarı ile bakarsa, bu teessürlerden ve hâdisatın tazyikinden kendini kurtarır.

Yirmi Üçüncü Söz’de şöyle buyurur:

Evet, hakikî îmanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve îmanın kuvvetine göre, hâdisatın tazyikatından kurtulabilir.”

Kâinata meydan okumak, “varlık âlemindeki her şeyi Allah’ın emrinde bilmek ve O izin vermedikçe hiçbir şeyin ona zarar veremeyeceğine kesin olarak inanmak” demektir. Bu hakikat, eşya için olduğu gibi hâdiseler için de geçerlidir ve “hâdisatın tazyikatından kurtulabilir” ifadesiyle bu mâna ders verilmiştir.

Deniz, Allah’ın bir mahlûkudur. İnsanın tansiyonunun yükselmesi gibi, dalgaların fırtına ile yükselmesi de bir hâdisedir. Denizi yapan başka, bu hâdiseyi yaratan başka olamaz. O halde, denizin sahibine iman ile intisab eden bir mü’min, dalgalardan korkmaz. Allah’ın Hakîm isminin muktezası olarak tedbirini alır, ancak çok iyi bilir ki, deniz kendiliğinden ona bir zarar dokunduramaz.

İnsanın başına gelen bütün korkutucu, zarar verici hâdiseler de böyledir. O hâdiseler de kendi başlarına buyruk değildirler. Üstadımızın buyurduğu gibi,"Her şeyin dizgini O’nun elinde, her şeyin hazinesi O’nun yanındadır."

O’nun izni olmaksızın ne ağaç meyve verebilir, ne de su insanı boğabilir. Ağacın bakımını iyi yapan bir bahçıvan, onun meyvelerinden faydalandığı gibi, yüzme bilmeden denize giren insan da onun dalgalarında boğulur. Rızkı veren de Allah’tır, ölümü yaratan da. Kul ise kendi iradesine bırakılan işlerde sadece vazifesini en iyi şekilde yapmak durumundadır. Böylece bir hayra ulaştığında çok iyi bilir ki “Her hayır Allah’ın elindedir.” Ve bu güzel netice de O’nun ihsanıdır. Yanlış yoldan giderek zarara uğradığında da yine çok iyi bilir ki, bu şerri yaratan da Allah’tır, şu var ki, yanlış yol tutmakla bu şerri kendi istemiştir.

(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Katre.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 4.946
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...