"İnsanın akıl ve fikir meydanı öyle bir vüs'attedir ki, ihâtası mümkün değildir ve o kadar dardır ki, iğneye mahal olamaz. Evet, bâzen zerre içinde dönüyor,.." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! İnsanın akıl ve fikir meydanı öyle bir vüs'attedir ki, ihâtası mümkün değildir; ve o kadar dardır ki, iğneye mahal olamaz. Evet bâzen zerre içinde dönüyor, katre içerisinde yüzüyor, bir noktada hapsoluyor. Bâzen de âlemi bir karpuz gibi eline alır ve kâinatı misâfireten getirir, akıl odasında misâfir eder. Bâzen de o kadar haddini tecâvüz eder, yükseğe çıkar ki; Vâcibü’l-Vücûd'u görmeğe çalışır. Bâzen de küçülür, zerreye benzer. Bâzen de semâvat kadar büyür. Bâzen de bir katreye girer. Bâzen de fıtrat ve hilkati içine alır..."(1)

İnsan gözü belli bir sahada cevelan eder; çok küçük varlıkları göremediği gibi, çok uzakta olan yıldızları da göremez. Keza, insan kulağı da belli frekanslar arasındaki sesleri işitir, daha hafif yahut daha tiz frekansları işitemez. Ama insan aklı öyle değil. Onun sahası çok geniş. İlk insandan bugüne, insan aklının ortaya koyduğu ilmî eserlerden, fennî keşiflere kadar bütününü birden nazara alalım, insan aklı bunlardan çok daha geniş sahalarda dolaşabilir. Nitekim her gün yeni bir keşifle, yeni bir buluşla karşılaşıyoruz.

Bununla beraber, bazen de insan çok küçük sularda boğulabiliyor; bütün himmetini ve gayretini basit şeylere tahsis edebiliyor. Bunu, aynı insandaki iniş çıkışlar olarak anlayabileceğimiz gibi, insan nev’inin fertlerindeki büyük farklılıklar şeklinden de düşünebiliriz.

Bu ikinci şık Üstadımızın şu vecizesiyle güzelce ortaya konmuştur:

“Evet, bazı insanlar zerrede boğulurlar. Bazısında da dünya boğulur...”(2)

Biz de izahlarımızda bu ikinci şıkkı esas alacağız.

Akıl ve fikir meydanı ihata edilemeyecek kadar geniş olan insan, bazen çok küçük şeylerle uğraşıyor; uğraşmanın da ötesinde onları hayatının gayesi olarak görüyor, hayaline varıncaya kadar bütün hissiyatını o küçük hedefe yönlendiriyor.

Üstadımızın ifadesiyle; “Evet bâzen zerre içinde dönüyor, katre içerisinde yüzüyor, bir noktada hapsoluyor.”

Atom içinde dönen insan, atomdan daha küçüktür, bir elektron gibidir. Katre içinde yüzen insana göre o bir damla su büyük bir göl yahut deniz gibi olur. Bir noktada hapsolan kişi de kendi varlığını o küçük gayede hapsetmekle çok küçülür. O nokta onun için bir hapishane kadar büyük bir mekân olur, o ise o büyük hapishanede küçük bir mahpus gibidir.

İnsan, hangi dünya menfaatini, hangi serveti yahut hangi makamı hayatına gaye edinmişse, bütün bunlar o insanın hakiki kıymetine göre “bir zerre, bir katre, bir nokta” gibi küçük kalırlarken, o dünyalara sığmayan insan aklı sadece onların elde edilmesine sarf edildiğinde insan çok küçülür.

“Dünya öyle bir meta’ değil ki bir nizaa değsin" diyen Şeyh Sa’di’nin manevî makamının büyüklüğü ve yüksekliği yanında koca dünya bir zerre, bir katre, bir nokta kadar küçük kaldığı halde, dünyanın küçük bir menfaati için adam öldüren bir kişi ise hakiki dünyaya göre bir zerre, bir katre, bir nokta kadar küçük kalır.

Yirmi Üçüncü Söz’de insanların zerreden şemse kadar dereceleri olduğu ifade ediliyor. Yâni, manevî makamı atom kadar olan adam da var, güneş kadar olan adam da...

“Bâzen de âlemi bir karpuz gibi eline alır ve kâinatı misâfireten getirir, akıl odasında misâfir eder.”

Kâinatı ve ondaki hâdiseleri ilim ve hikmet nazarıyla seyreden bir kişi, onları tetkik ederken sanki bütün bir âlemi aklına misâfir etmiş gibidir. Onunla alâkadar olmakta, onu incelemektedir. İnsan bir dağa baktığı zaman dağın manzarası onun gözüne misâfir geldiği gibi, o dağı incelediğinde de dağ onun aklına misâfir gelmiş gibi olur. İşte, zerre içinde yüzen insanlar yanında böyle büyük insanlar da vardır.

“Bâzen de o kadar haddini tecâvüz eder, yükseğe çıkar ki; Vâcibü’l-Vücûd'u görmeğe çalışır.”

“Ben kimin eseriyim? Âzalarımdan hissiyatıma kadar bütün varlığımı kim tanzim etti? Güneşleri, ayları, hayvanları, bitkileri bana hizmet ettiren kim?” suallerinin cevabını arayan insan, bu terakki yolculuğunda öyle bir noktaya gelir ki, Vâcibü’l-Vücûd olan Rabbini görmek ister, onun yollarını araştırır. Bunun en güzel misâli ayette de ifad edildiği gibi Firavun'dur. O haddini aşarak Allah'ı güya görebileceğini zannetti. Bu olay ayette aynen şöyle geçmektedir: "Firavun, “Ey Hâmân!” dedi, “Bana yüksek bir kule inşa et; belki bazı yollara, göklerin yollarına ulaşırım da bu sayede Mûsâ’nın ilâhını görebilirim! Doğrusu onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum.” İşte böylece, yaptığı çirkin iş Firavun’a güzel göründü ve doğru yolu bulması engellendi. Firavun’un tuzağı hüsrandan başka bir sonuç doğurmadı."(Mü'min Suresi - 36-37 ) hadisesi nazara verilmiş oluyor.

Evet, insan bütün kâinatı ihata edecek çok geniş ve yüksek bir fıtratta yaratılmıştır. İnsanın fıtratına takılmış her bir duygusu, latifesi ve cihazı, Allah’ın isim ve sıfatlarını bilmeye açılmış ayrı bir pencere gibidir.

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab.
(2) bk. age., Onuncu Risale.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 14.759
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

tuğba
Allah razı olsun Allah idrakimizi,kavrayışımızı,ilmimizi arttırsın.selam ile
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...