Kur'an-ı Kerim ayetlerinin; Üstad Hazretlerinin yardımına koşması, imdadına yetişmesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Ayetlerin Üstad Hazretlerinin imdadına yetişmesini; o ayetlerin izn-i ilahi ile Üstad Hazretlerinin aklına gelmesi, kalbine hutur etmesi ve gizli manalarını Üstad'ımıza açması şeklinde anlamalıyız. Yani Üstad'ımız müşkil bir meseleyi izah ederken, o meseleye bakan ayetler aklına geliyor, kalbine hutur ediyor ve manasıyla bir nevi ona yardım ediyordu.
Bu meselenin tevhide bakan birkaç misalini vererek meseleyi somutlaştıralım:
Üstad'ımız Allah’ın varlığını ispat sadedinde şöyle diyor:
… Bu ayet nazar-ı dikkati hurma ve üzüme celbedip der ki: Aklı bulunanlara, bu iki meyvede tevhid için büyük bir ayet, bir delil ve bir hüccet vardır. Evet, bu iki meyve hem gıda ve kut, hem fakihe ve yemiş, hem çok lezzetli taamların menşeleri olmakla beraber, susuz bir kumda ve kuru bir toprakta duran bu ağaçlar o derece bir mucize-i kudret ve bir harika-i hikmettir ve öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir şurup makinesi ve o kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir intizam ve hikmetli ve dikkatli bir sanattırlar ki zerre kadar aklı bulunan bir adam, "Bunları böyle yapan elbette bu kâinatı yaratan zat olabilir." demeye mecburdur. Çünkü mesela bu gözümüz önünde bir parmak kadar asmanın üzüm çubuğunda yirmi salkım var ve her salkımda şekerli şurup tulumbacıklarından yüzer tane var. Ve her tanenin yüzüne incecik ve güzel ve latif ve renkli bir mahfazayı giydirmek ve nazik ve yumuşak kalbinde, kuvve-i hafızası ve programı ve tarihçe-i hayatı hükmünde olan sert kabuklu, ceviz içli çekirdekleri koymak ve karnında cennet helvası gibi bir tatlıyı ve âb-ı kevser gibi bir balı yapmak ve bütün zemin yüzünde, hadsiz emsalinde aynı dikkat, aynı hikmet, aynı harika-i sanatı, aynı zamanda, aynı tarzda yaratmak elbette bedahetle gösterir ki bu işi yapan, bütün kâinatın hâlıkıdır ve nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz bir hikmeti iktiza eden şu fiil ancak onun fiilidir. (Şualar, Yedinci Şua)
Yine Üstad'ımız Otuz Üçüncü Söz’de şöyle diyor:
Gel, şimdi bir ağaca dikkatle bak! İşte bahar mevsiminde yaprakların muntazaman çıkması, çiçeklerin mevzunen açılması, meyvelerin hikmetle, rahmetle büyümesi ve dalların ellerinde, masum çocuklar gibi, nesimin esmesiyle oynaması içindeki latif ağzını gör. Nasıl bir dest-i kerem ile yeşillenen yaprakların dili ile ve bir neş’e-i lütuf ile tebessüm eden çiçeklerin lisanıyla ve bir cilve-i rahmet ile gülen meyvelerin kelimatı ile ifade edilen hikmetli nizam içindeki adilli mizan ve adli gösteren mizan içinde bulunan dikkatli sanatlar, nakışlar ve maharetli nakışlar ve zinetler içinde rahmet ve ihsanı gösteren ayrı ayrı tatlı tatmaklar ve ayrı ayrı güzel kokular ve hoş tatmaklar içinde birer mucize-i kudret olan tohumlar ve çekirdekler gayet zahir bir surette bir Sâni-i Hakîm, Kerim, Rahim, Muhsin, Mün’im, Mücemmil, Mufaddıl’ın vücub-u vücudunu ve vahdetini ve cemal-i rahmetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On Dokuzuncu Pencere)
Acaba Üstad'ımız bu manaları hangi ayetlerden iktibasla -ya da Üstad'ımızın ifadesiyle, hangi ayetlerin onun yardımına koşmasıyla- çıkardı? Şimdi, şu ayetleri dikkatle okuyalım:
"Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır. Bunların hepsi bir su ile sulandığı hâlde yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunda akleden bir kavim için ibretler vardır." (Ra’d, 13/4)
"Asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları ve tatları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan odur..." (En’am 6/141)
"O, gökten yağmuru indirendir. Bununla her şeyin bitkisini çıkardık; ondan bir yeşillik çıkardık; ondan da birbiri üstüne bindirilmiş taneler (meyveler, sebzeler) çıkarıyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, birbirine benzeyen ve benzemeyen üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (yaratıyoruz). Bunların meyvelerine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde (dikkatle ve ibretle) bakın! Şüphesiz inanan bir topluluk için bütün bunlarda ayetler ve ibretler vardır." (En’am, 6/99)
Daha böyle birçok ayet-i kerime gösterilebilir. Üstad'ımızın baştaki beyanları, bu ayetlerin bir izahı ve tefsiridir. Sanki bu ayetler, tevhidi ispat hususunda Üstad'ımızın yardımına koşmuş, manasını Üstad'ımıza açmış; Üstad'ımız da bu ayetlerin imdadıyla tevhidi ispat etmiştir.
Başka bir delile bakalım:
Üstad'ımız yine tevhidi ispat hususunda şöyle bir delil sunuyor:
Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden bir kısmı top güllesinden yetmiş derece süratli yüz binler ecram-ı semaviyeyi direksiz düşürmeden durduran ve birbirine çarpmadan fevkalhad çabuk ve beraber gezdiren… (Yedinci Şua ve Nur’un birçok yerinde farklı tabirlerle)
Aynı delili Kur’an-ı Kerim de şöyle beyan ediyor:
"Allah, görmekte olduğunuz gökleri direksiz durdurandır." (Ra’d, 13/2)
Göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı ikisi de fesada uğrardı (intizamları bozulup giderdi)." (Enbiya, 21/22)
Rabbiniz olan Allah, Güneş’i, Ay’ı ve yıldızları, emrine musahhar bir hâlde yaratandır. (A’raf, 7/54)
Daha böyle birçok ayet-i kerime gösterilebilir.
Üstad'ımızın mezkûr beyanı, bu ayetlerin geniş bir tercümesi ve tefsiridir. İşte bu, ayetlerin Üstad'ımızın imdadına koşması ve “Bizi oku, delilimizi göster.” demesidir.
Şimdi Üstad'ımızın başka bir beyanına bakalım:
Sonra yağmura bakıyor, görür ki: O latif ve berrak ve tatlı ve hiçten ve gaybi bir hazine-i rahmetten gönderilen katrelerde o kadar Rahmanî hediyeler ve vazifeler var ki güya rahmet tecessüm ederek katreler suretinde hazine-i Rabbaniyeden akıyor manasında olduğundan yağmura "rahmet" namı verilmiştir.
Sonra şimşeğe bakar ve ra’dı dinler, görür ki: Pek acib ve garib hizmetlerde çalıştırılıyorlar.
Sonra gözünü çeker, aklına bakar, kendi kendine der ki: Atılmış pamuk gibi bu camid, şuursuz bulut elbette bizleri bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez; belki gayet Kadir ve Rahim bir kumandanın emriyle hareket eder ki bir iz bırakmadan gizlenir ve defaten meydana çıkar, iş başına geçer.
Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince Rahmanî cilveler ve reşhaları miktarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latif ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halk ediliyor ki hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki fırtınalar ile çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar onların muvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp, birleştirip, zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi, çok hakîmane işlerde ve bilhassa zihayatta çalıştırılan basit ve camid ve şuursuz müvellidülma ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküb eden bu su, yüz binlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve sanatlarda istihdam ediliyor. Demek, bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur ancak bir Rahman-ı Rahim’in hazine-i gaybiye-i rahmetinden yapılıyor. (Şualar, Yedinci Şua)
Üstad Hazretleri aynı meseleyi Otuz Üçüncü Söz’de şöyle beyan ediyor:
Şimdi bulutlara bak! Yağmurun şıpıltıları manasız bir ses olmadığına ve şimşek ile gök gürlemesi boş bir gürültü olmadığına kati delil ise hâlî bir boşlukta o acaibi icad etmek ve onlardan âb-ı hayat hükmündeki damlaları sağmak ve zemin yüzündeki muhtaç ve müştak zihayatlara emzirmek gösteriyor ki: O şırıltı, o gürültü gayet manidar ve hikmettardır ki bir Rabb-i Kerim’in emriyle müştaklara o yağmur bağırıyor ki “Sizlere müjde, geliyoruz!” manasını ifade ederler. (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Yirminci Pencere)
Şimdi aynı meseleyi Kur’an-ı Kerim’in lisanından dinleyelim:
Söyleyin bana, içtiğiniz suyu buluttan siz mi indirdiniz yoksa biz mi? Dileseydik onu tuzlu yapardık. O hâlde şükretseniz ya! (Vakıa, 56/67-69)
Biz gökten suyu belli bir takdirle indiriyor ve onu yeryüzünde durduruyoruz. Şüphesiz biz onu (yerin diplerine) giderme gücüne de sahibiz. (Müminun, 23/18)
Eğer onlara, “Gökyüzünden yağmuru indirip onunla öldükten sonra yeryüzünü dirilten kimdir?” diye sorsan, elbette “Allah” diyeceklerdir. (Ankebut, 29/63)
Size bir korku ve ümit olarak şimşeği göstermesi, gökten su indirerek ölümünden sonra yeryüzünü o suyla diriltmesi o’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, akleden bir kavim için ayetler vardır. (Rum, 30/24)
Bu manada daha başka ayetler de gösterilebilir.
Tevhidin ispatı hususunda misaller vermeye gayret ettik. Diğer iman ve İslam hakikatleri ve yine Risale-i Nurlarda geçen diğer meseleler için aynı şey yapılabilir...
İlave bilgi için tıklayınız:
- Haşir Risalesi, ne zaman, nasıl bir ortamda ve niçin yazılmıştır?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü