"Ehl-i keşf-el kuburun onları görmeleri, hatta bir kısım avamın da onlarla muhabereleri" ifadesi nasıl anlaşılmalıdır?
Değerli Kardeşimiz;
"Ehl-i şuhud dediğimizden maksat, evliyaullahtır. Zira velayet sahibi, avamın itikad ettiği şeyleri gözle müşahede ediyor."(1)
Biz meleklere itikat ederiz, inanırız; velayet sahibi ise onlarla görüşebilir. Biz peygamberlere iman ederiz, velayet sahibi ise onlardan bizzat ders alabilir.
Aynı şekilde, biz kabir hayatına iman ederiz. Velayet sahibi ise o hayattakilerin hallerini müşahede eder.
Burada bir noktanın önemle ifade edilmesi gerekiyor. Üstad Hazretleri Kastamonu Lahikasında “Ehl-i velayet, gaybi olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler.”(2) buyurur. Biz de bu hakikat dersinin irşadıyla şöyle diyebiliriz: Ehl-i velayet gaybi olan şeyleri gösterilmezse görmezler. Madem görüyorlar ve gördüklerini bizlere de naklediyorlar, demek ki onlara gösteriliyor.
Bu konuda bir başka hakikat dersi:
"Ruhu cismaniyetine galib olan evliyanın işleri, fiilleri, sürat-i ruh mizanıyla cereyan eder."(3)
Biz bir kabre baktığımız zaman, ruhumuz cesedimize galip olmadığı için, kabrin sadece taşını, toprağını görürüz. Bir ehl-i velayet ise o kabre baktığında, o kabir ehlinin maruz kaldığı muameleyi müşahede edebilmektedir. Bunun tarih boyunca sayılamayacak kadar çok misalleri vardır. Ben sadece Nur Külliyatı’nda geçen iki bahsi (üç misali) aktarmakla iktifa edeceğim:
Mektubat’tan bir bahis:
"Hatta, ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yısadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm."(4)
Şualar’dan bir bahis:
"Sarf ve Nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesinin vefat edip, kabirde Münker ve Nekir'in: 'Men Rabbüke', 'Senin Rabbin kimdir?' diye suallerine karşı, kendini medresede zannedip Nahiv ilmi ile cevab vererek: '(Men) mübtedadır. (Rabbüke) onun haberidir; müşkil bir meseleyi benden sorunuz, bu kolaydır.' diyerek, hem o melâikeleri, hem hazır ruhları, hem o vakıayı müşahede eden orada bulunan bir keşfe’l-kubur velisini güldürdü ve rahmet-i İlahiyeyi tebessüme getirdi; azabdan kurtulduğu gibi, Risale-i Nur'un bir şehid kahramanı olan merhum Hâfız Ali, hapiste Meyve Risalesi'ni kemal-i aşkla yazarken ve okurken vefat edip kabirde melâike-i suale mahkemedeki gibi Meyve hakikatları ile cevab verdiği misillü; ben de ve Risale-i Nur şakirdleri de o suallere karşı Risale-i Nur'un parlak ve kuvvetli hüccetleriyle istikbalde hakikaten ve şimdi manen cevab verip onları tasdike ve tahsine ve tebrike sevkedecekler inşallah."(5)
“Avamın da onlarla muhabereleri” konusundan da kısaca söz edelim:
Vefat edenlerin ruhlarıyla muhabere eden avam insanlar da Allah’ın sevgili kullarıdırlar ve onun ihsanıyla bazı sevdikleriyle haberleşmeye muvaffak olmuşlardır. Bu haberleşmelerin velayet ehlininkinden çok mühim bir farkı vardır. Ehl-i velayet denilince, aklımıza evvela, Allah’ın sevdiği ve insanları irşad ile manen vazifeli kıldığı Peygamber varisi büyük zatlar gelir. Bunlara bazı gaybi şeylerin bildirilmesi, onların irşad vazifelerini kolaylaştırmak, muhataplarını kabule yaklaştırmak içindir. Avam için böyle bir durum söz konusu olmadığından, onların muhabereleri de çok sınırlıdır; sevdikleri bazı yakınlarını görme ve onlarla konuşma tarzındadır.
Dipnotlar:
1) Mesnevî-i Nuriye, Onuncu Risale.
2) Kastamonu Lahikası, 120. Mektup.
5) Şualar, On Birinci Şua, On Birinci Mesele.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü